A) BAŞLARKEN
Aile nedir? Bu tanımlama üzerinde durmakta fayda var çünkü aile kavramını açıklamak objektif olmaktan çok subjektif olacaktır. Aile bazıları için ortak konut, bazıları için mutlu olunan yer, bazıları içinse rahatlıktır. Herkes için olumlu anlamı mı vardır? Hayır tabii ki, bazı insanlar ise aile kavramını baskı ve mutsuzlukla özdeşleştirebilmektedir.
İnsanların kendini keşfetmesi ve bu keşfin üzerine belli bir olgunlaşma gelmesi ve en nihayetinde bu olgunlaşmanın zamanla artması bir aileden koparak yeni aile oluşturma sürecine gitmesine neden olur. Bu süreç tıpkı bir arının farkında olmadan aldığı polenleri tarlada uçarken yine farkında olmadan dağıtıp yeni çiçeklerin yetişmesine sebep olması gibidir. Çocuk polen ise aile çiçektir ve her çocuk vakti gelince yeni bir aile kuracaktır. Önemli olan ise düşüş zamanının doğru olması ve yetişme sürecinin sağlıklı olmasıdır.
Aile sosyoloji alanının ise atbaşı konusudur. Toplumdaki en küçük kurumdur. Aile kavramının düzgün işlemesi tüm toplumu şekillendirir. Bununla birlikte aile kavramı hukuk alanında karşımıza en çok boşanma davalarıyla çıkmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 2. kitabında kendine yer bulan Aile Hukuku kavramının günümüzde boşanma davalarının giderek artması sebebiyle daha çok incelenmesi gereken bir alan olduğunu düşünmekteyiz. Bu yazımızda bir Psikolog ve Avukat ortak çalışması olarak bir boşanma davasının anlaşmalı boşanma davası olmasının hukuki açıdan getirisi ve özellikle çocuklar açısından anlaşmalı boşanma davasının çekişmeli boşanma davasına nazaran ne şekilde avantajlı olabileceğini incelemeye çalışıp sözü kaleme verdik. Her ne kadar ayrılık kavramı sonrası daha iyisi diye bir ayrım kulağa ilk başta hoş gelmese de mademki çiftler bu sürece girecekler o zaman hem onlar hem de çocuk/lar açısından en sağlıklı yolu gösterme gayreti içerisinde olduk.
B) HUKUKİ İRDELEME
Boşanma davaları, anlaşmalı boşanma davası ve çekişmeli boşanma davası olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Eşlerden her biri süreci isterse ayrılık kararı istemiyle başlatabileceği gibi direkt boşanma talebiyle de başlatabilecektir. Burada ayrılık kararına değinmekte yazının bütünselliği açısından fayda bulunmaktadır. Aile kurumu toplumun mihenk taşı olması açısından oldukça önem arz etmekle birlikte eşlerden biri duygu ve diğer her türlü durumu da göz önüne alarak ayrılık kararı isteminde bulunabilir. Hakim ayrılık kararı talebiyle görülen yargılamada taleple bağlılık ilkesi gereğince boşanma kararı veremeyeceği gibi durum ve şartlara göre ayrılık kararı verecektir. ( Bu durum Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda gösterilen ve hukuk yargılamalarının temel normlarından olan taleple bağlılık ilkesinin gereğidir. ) Fakat süreç boşanma talepli başlatılmış ise hakim, durum ve şartlara göre ayrılık kararı verebilecektir. Bu şart Türk Medeni Kanunu’nun 170. Maddesinde düzenlendiği üzere, ancak eşler arasındaki ortak hayatın yeniden kurulması olasılığıdır. Burada hakim yukarıda değindiğimiz üzere aile kurumunu ayakta tutmayı amaçlamaktadır. Ayrılık süresi ise 1 ile 3 yıl arasında olacaktır. Böylece eşlerin birbirine karşı evlilik birliğinin getirmiş olduğu yükümlülükleri devam etmesine rağmen ayrı yaşayacaklardır. Kanun koyucunun bu karar ve düzenlemedeki saiki eşlerin birbirinin önemini anlaması ve yeniden bir araya gelmelerini sağlamaktadır. Mamafih son karar ise süreç sonunda eşlere aittir. Eğer eşler ayrılık süresi bitiminde halen bir araya gelememişlerse eşlerden her biri boşanma davası açabilecektir.
Ayrılık kararı bu şekilde iken daha detaylı düzenlemeye sahip ve çetrefilli süreci muhteva eden terim ise boşanmadır. Boşanma davası sayısı günümüzde çığ gibi büyüyerek artmaktadır. Artış sebebi ise çok fazla unsura bağlıdır fakat boşanma sürecine giren eşler genellikle bu birliktelik dolayısıyla yorgun olmaları ve artık ilişkinin bitmesini istemeleri sebebiyle öncelikle anlaşmalı boşanma durumunu değerlendirmeye çalışmaktadır. Fakat her evlilik için durum böyle değildir. Bazen eşlerden biri boşanmak isterken diğer eş boşanmak istememekte veya evliliğin sona ermesine müteakip sonuçlarda anlaşma sağlayamayabilmektedirler. Bu durum ise süreci karşımıza çekişmeli boşanma davası olarak çıkarmaktadır. Çekişmeli boşanma davası eşlerin herhangi bir sebepten anlaşmalı boşanamaması durumunda başvurdukları hukuki yoldur. Bu anlaşmama hallerinin temelinde ise bir çok şey olabilmektedir ve açıklama için aile hukuku kavramlarına değinmek gerekmektedir. İlk olarak bu süreçte değinilecek temel terimlerden biri nafakadır. Nafaka tedbir, yoksulluk, iştirak ve eğitim olmak üzere dört başlıkta düzenlenmiştir. ( Eğitim nafakası iştirak nafakası kapsamında değerlendirilmektedir. ) Tedbir nafakası mahkeme aşamasında yoksulluğa düşecek eş ve varsa çocuk lehine verilen nafakadır. İştirak nafakası ise dava sona erdiğinde çocuk lehine verilecek nafaka olup çocuğun 18 yaşını doldurması ve fakat eğitimine devam etmesi halinde eğitim nafakası olarak karşımıza çıkmaktadır. Son olarak yoksulluk nafakası ise boşanma davası neticesinde yoksulluğa düşen eşin boşanmadaki kusur durumu da göz önüne alınarak lehine verilecek nafakadır. Nafaka türleri bu şekilde iken mal rejimlerine de değinmekte fayda bulunmaktadır. 2002 yılında gelen değişiklikle beraber yasal mal rejimi edinilmiş mallara katılım rejimidir. Böylece 2002 yılından sonra yapılan evliliklerde eşler evlilik birliği içerisinde alınan taşınır ve taşınmaz mallara, kurulan şirketlere ve hisselere, açılan banka hesaplarına, her türlü eşyalara ( Kişisel vb. eşyalar istisnadır.) kısaca aklınıza gelebilecek bir çok şeye ( aktif – pasif) yarı oranda sahip olup aksi ispata muhtaçtır. Eşler istediği zaman mal ayrılığı rejime geçebilecekleri gibi evlenme aşamasında da bu durum kararlaştırılabilecektir. Değinmemiz gereken bir diğer önemli mesele ise velayet durumudur. Hukukumuzda çocuğun velayetinin genelde anneye bırakılması söz konusudur. Bunun altında yatan önemli sebeplerin başında ise Yüksek Mahkeme’nin çocuğun anne bakım ve şefkatine olan ihtiyacını üstün görmesidir. Bununla birlikte eşlerin hayat tarzları, talepleri ve ekonomik durumları da çocuğun velayetinin bırakılacağı eş açısından oldukça büyük önem arz etmektedir. Bu noktada velayet eşlerden birine verilirken diğeri açısından da çocukla görüşme ve kişisel ilişki durumları düzenlenmektedir. Son olarak değinmemiz gereken husus ise maddi ve manevi tazminat talep edilmesi halidir. Eşlerin boşanmasına neden olan olay veya olaylara göre kusursuz veya daha az kusurlu eş kusurlu olan veya kusurun onda olduğunu düşündüğü eşten maddi ve manevi tazminat talep edebilmektedir. Örneğin eşlerden biri diğer eşin talebi ile işten ayrılmış olabilir ve fakat üzerinden uzun yıllar geçen bu olay sebebiyle gerek yaş ilerlemesi gerekse de niteliğin azalması sebebi ile aynı türden işe dönmesi oldukça zor ise bu gibi durumlarda evlilik için yapılan fedakarlığın tazmini istene bilmektedir. Yine benzer şekilde eşlerden biri diğerini zina sebebi ile aldatırsa kusuru taşımayan eş yaşanması muhtemel olan ruhsal çöküntüsü sebebiyle kusurlu eşten manevi tazminat talep edebilecektir.
Yukarıda yapılan özet mahiyetindeki açıklamalarda sayılan durumlar eşlerin anlaşma durumlarında sorun yaşamasına ve en nihayetinde çekişmeli boşanma davasının görülmesine neden olmaktadır. Aslında iki taraf boşanma aşamasına gelmişse bu durum çok fazla şeyin yolunda gitmediğini ve en önemlisi tarafların en büyük probleminin anlaşamamak olduğunu göstermekteyken bu durumdaki insanların bir çok konuda anlaşıp tek celsede boşanmalarını beklemek abes kaçabilecektir. Fakat çekişmeli boşanma davasının uzun sürmesi, çekişmeli boşanma davası açılması akabinde davalı tarafın karşı dava açma durumu ve yine çekişmeli boşanma davası açılması halinde aynı zamanda bir de katılma alacağı davasının açılması durumu işleri daha da karmaşık hale getirebilecektir. Kaldı ki; katılma alacağı davasında da karşı dava açılması halinde görünürde iki fakat arka planda dört yargılama eşleri bekliyor olacaktır. Yine aynı şekilde eşlerin anlaşamamazlıklarının artması birbiri hakkında şikayetlere neden olabilecek ve bu durumda eşler açısından hukuk kanalı dışında bir de cezai yargılama kanadının oluşmasına neden olup süreci daha kompleks hale getirebilecektir. Üstelik şikayetler şüphesiz ki berberinde 6284 Sayılı Kanun çerçevesinde talep halinde beraberinde koruma tedbirlerini de getirecek olup sürecin çekilmez hale gelmesine ve evlilik içinde zaten var olmuş olan yıpranmanın daha da artmasına neden olacaktır. Tam bu noktada eşlerin yaşanılan durumları kabul edip evlilik sürecinde gösteremedikleri olgunlukları boşanma aşamasında gösterip anlaşmalı boşanma müessesesine yönelmeleri gerekmektedir. Bu durum ise zaten birliktelik sebebiyle yıpranan eşlerin daha az yıpranmasına, maalesef ki ülkemizdeki aile yapısı düşünüldüğünde çiftlerin yakınlarının sürece daha az müdahil olmasına ve en nihayetinde mahkemece re’sen üstün yarar durumuna mazhar olan çocukların süreçten daha az etkilenmesini sağlayacaktır.
Çiftler açık ve net olacak şekilde dilerlerse kendileri (ki bu noktada bir avukat ile çalışmaları sürecin çok daha sağlıklı olmasını sağlayacaktır) dilerse çalıştıkları avukat ile protokol hazırlayacaklardır. Bu protokol ile çocukların velayeti, nafaka durumu, edinilmiş mal var ise bu malların paylaşımı, kadının soyadı durumu, maddi ve manevi tazminat talebi var ise işbu tazminatlar ve diğer hususlar kararlaştırılır ve eşler kararlaştırılan maddelere ilişkin kabul beyanlarını ve imzalarını içerir protokolü düzenlerler. Bu protokol ile çok büyük bir aksilik olmadıkça eşler girecekleri ilk duruşmada boşanmış olacaktır. Burada hatırlatmakta fayda gördüğümüz husus Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinde düzenlendiği üzere hakim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilecek olup boşanma ancak bu değişikliklerin eşler tarafından kabulü halinde mümkün olacaktır. Yine belirtmek isteriz ki uygulamada genelde eşlerin kabulünde olan protokol gibi karar verilirken hakim bazen küçük noktalarda tarafların anlaşma durumunu etkilemeyecek değişiklikler yapmaktadır.
Anlaşmalı boşanma için protokol tanzimi ile birlikte bazı şartlar da aranmaktadır. Bunlar iki tane olup birincisi çiftlerin evliliklerinde bir yılı doldurmuş olmasıdır. İkinci şart ise anlaşmalı boşanma davası açılırken dayanılabilecek gerekçenin yalnızca Türk Medeni Kanunu Madde 166 gereği evlilik birliğinin temelinden sarsılması olmasıdır. Tarafların ortak olarak idame ettirdikleri hayatı yukarıda açıklanan menfi durumlar sebebiyle çekilmez hale gelmiş ve birlikte sürdürdükleri evlilik müessesinin devamında tarafların ve toplumun hiçbir menfaatinin kalmamış olması esastır. Tarafların ikame edecekleri dava tarihi itibariyle ortak hayatı sürdürme imkanı bulunmamakla birlikte artık müşterek evlilik hayatını idame ettiremedikleri ve aralarında yalnızca soyut bir akit kaldığı aşikar olacaktır. Tüm bu durumlar düşünüldüğünde taraflar anlaşmalı boşanmış olacaktır. Boşanma akabinde duruşmada kısa karar açıklanacak olup teori ve uygulama birlikte düşünüldüğünde yaklaşık 1-1.5 ay içerisinde gerekçeli karar yazılacaktır. Yazılan gerekçeli karar ile taraflara istinaf kanun yoluna başvurmaları için gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık süre tanınacak olup davacı ve davalı yan karara muttali oldukları an direkt gidip işbu kanun yolundan feragat ettiklerini bildirir dilekçelerini sunup kararın kesinleşmesini talep edeceklerdir. Böylece söz konusu evlilik kurumu tamamen sona ermiş olacaktır.
C) PSİKOLOJİK İRDELEME
Psikolojik iyi olma halinin devamlılığını sağlayan en önemli unsurlardan biri; bireyin yaşamını huzur ve güven içinde devam ettirmesidir. Bunun yanında bu durumun istikrarlı olması en az bu bağlam kadar önemlidir. Bu güven ortamı yetişkinlere kıyasla çocuklar için daha da gereklidir. Zira çocukların yaşam tecrübelerinin daha az olmasına bağlı olarak, çocuklar en önemli psikolojik ihtiyaçları olan ”güvenlik, sevmek, sevilmek ve ait hissetmek” e karşı büyük bir açlık hissetmektedir. Bu doyumun sağlanması hususunda en büyük söz sahibi ebeveynlerdir. Bu sebeple yazımızda işlediğimiz boşanma konusu çocuk iç dünyası için büyük önem arz etmektedir.
İnsan yavrusu bir ötekine bağlı olarak hayata başlar. Gözlerini açtığı anda, bir diğer insana fiziken bağlı olduğu gerçeği kendisinden kesilip alınır. Bu birliktelik kendisine daha üst bir boyutta yer bulur. Yavru, fizyolojik ve psikolojik sağlığının devamlılığı için bir bakımverene ihtiyaç duymaktadır. Bu süreç, “Freudyen Kuram”a göre özetle ilk olarak “Oral Dönem” ile başlar bu bebeğin 0-1,5 yaşına denk gelmektedir. Çocuk bu noktada anne ile kurduğu ilişkiyi oral (ağız) yol ile sürdürür. Bu çocuk için beslenmekten öte bir anlam taşır ve bir başkası ile kurulan ilişkinin ve/ veya bağlılığın ilk adımıdır. Ardından gelen “Anal Dönem” 3-4 yaşına kadar devam eder bu dönemde çocuk tuvalet eğitimini alırken diğer taraftan öğrendiği birtakım kurallar vardır. Kurallar, anne dışında birilerinin varlığını ve gözetimini çocuklara gösteren ilk noktalardandır. Bu gözetime bağlı olarak çocuk eylemde bulunmaya başlar. Ardından gelen “Fallik Dönem”de ise çocuk, cinsiyetlerin farkına varmaya başlar ve benliğini tanımlarken cinsiyet kavramına da ihtiyaç duyacağını fark ederek hemcinsi olan ebeveynliğin rehberliği altında kendisine yer arar. Freudyen kuramdan biraz olsun uzaklaşmadan önce bu anlatılan teorik bilgiyi daha anlaşılır kılmak ve taçlandırmak adına çağdaş bir “Psikanalitik Kuramcı” olan Jacques Lacan’ın kavramına başvurmak isterim. Lacan’a göre çocuk anne ile olan fiziksel ayrılığından (doğum) sonra ilk ayrılığını 15-18. aylarında ”Ayna Evresi” sırasında yaşar. Bu aşamada çocuk annesi veya bakımverenine olan bağlılığının algıladığı boyutta kati olmadığını, ayna karşısında fark eder. Fark ettiği şey bir öteki olmadan da kendisinin hareket edebildiği, kendi bedeni üzerinde bir kontrol gücünün olduğudur. Bu kontrol algısı çocuk için anlam kazanır. Kendisini ben olarak, birey olarak tanımlaya ve belki daha da önemlisi diğerlerini öteki olarak algılayabilmeye başlar.
Yazının başında da ifade edildiği gibi çocuk için tüm bu süreçlerin başarı ile geçebilmesinin elzem olduğu gibi çocuğun içine doğduğu ailenin devamlılığı da en az bunun kadar elzemdir. İstikrar sadece boşanma ve ilişkinin devamlılığı ile açıklanamaz. Çocuk, bu sürekliliği annesinin kendisine karşı olan davranışlarında, babasının kendisine karşı olan davranışlarında, anne ve babasının birbirlerine karşı olan davranışlarında ve hatta dış dünyada dahi arar. Bu sürekliliğin sağlanmaması halinde çocuğun dış dünyaya ve kendine dönük inşa ettiği yapı sarsılmaya başlar. Ebeveynlerin boşanması ve bunun çocuğa onun işitmesi gerektiği şekilde aktarılamaması ise çocuğun iç dünyasına vurulan büyük bir darbedir. Zira bahsettiğimiz kontrol algısının özellikle küçük yaş çocuklarda yanlış anlaşılması sıkça karşımıza çıkan bir durumdur. Çocuk ben merkezci olmaya, olayları kendi perspektifinden görmeye ve hatta olayların büyük çoğunluğunun kendisi yüzünden ve/veya kendisi sayesinde gerçekleştiği inancındadır. Boşanma konusunun kendisine duyması gerektiği biçimde izah edilmeyen çocuklar; ‘’ben yaramazlık yaptığım için babam annemden ayrıldı ya da ben uslu durursam onlar yeniden birlikte yaşarlar’’ gibi düşüncelere girebilirler [1]. Bu düşünce çocuklarda suçluluk duygularının gelişmesine ve kuracağı sosyal ilişkilerde bazı aksamalar yaşamasına sebebiyet verebilir. Çocuğun o dönemki ben-merkezci tutumuna saplanması, başarıyla atlatamaması, sahip olduğu yanlış kontrol algısı ve suçluluk hislerinin artarak devamı ile sonlanır. Bu noktada çocuğun kendini ifade edebilmesine alan tanımakta fayda vardır. İfade edilmesi gereken durum, ifade edilmediği takdirde kendisine bir alan açar. Sorunları hisseden çocuk sıkıntısını söz diliyle anlatamadığı için bunu farklı şekillerde dışarıya yansıtır. Bu durum tırnak yeme, altını ıslatma şeklinde ortaya çıkabilir. Çocukta psikosomatik hastalıklar gözlenebilir; sık sık hasta olur, kusar, bağırsakları bozulur. Evden, okuldan kaçma, kendisine ait olmayan şeyleri alma, uyuşturucuya yönelme gibi durumlar yaşanabilir [2]. Bu durumun sıkıntının ifade ediliş biçimi olmasının yanı sıra bir yandan çocuğun anne ve babaya örtük biçimde attığı bir yardım çığlığıdır. Bu ikazlar gerekli şekilde anlaşılmayıp, gereken yapılmadığı takdirde bu durumun etkileri çocuğun yetişkinlik hayatında da kendisine yer bulacaktır.
Üzerinde önemle durulması gereken bir diğer nokta ise çocuğa ayrılık sürecinin doğru ifade edilebilmesinin önemli olduğu gibi ayrılık olgusunun da çocuğa doğru şekilde tarif edilmesidir. Bowlby’nin “Bağlanma Kuramı”ndan da bildiğimiz gibi bağlanma şeklimiz ne şekilde olursa olsun; bağ kurulan kişiden uzaklaşmak kişi için kaygı uyandırıcı bir deneyimdir. Literatürde, bu tanım “Ayrılma Kaygısı” olarak isimlendirilmektedir. Bağlanma kuramına göre ”çok daha karmaşık bir yapıda olan ve düşünme yetisiyle diğer tüm canlıların üzerinde tutulan insanoğlu da, doğduğu günden itibaren sığınacak bir limana, kendini koruyacak ve besleyecek bir nesneye veya kişiye ihtiyaç duyar. O halde bağlanma davranışının insanlarda hayati bir ihtiyaç olduğunu söylemek yanlış olmaz.” [3]. Böylesi hassas bir konuda birliktelik kadar ayrılık tanımının sınırlarının da çocuk için hassasça çizilmesi ve anlatılması gereklidir. Ev ortamının sunduğu sıcaklığın yıkılması tehdidinin kendisine verdiği huzursuzluğu kabul etmek çocuk için zor olacaktır. Eğer buna dair bir anlayış ve inanç geliştirmez ise çocuk bu durumu kabul etmek istemeyecektir. Ebeveynleri boşanan çocukların büyük bir çoğunluğu bütün bu sorunlarla kendilerince anne-babalarının bir gün birleşeceği hayalini kurarak mücadele ederler. Bazen bu hayale körü körüne inanan çocuklar ebeveynlerini türlü bahanelerle sık sık bir araya getirmeye çalışırlar. Anne-babalar çocuğun kurduğu hayali besleyecek şekilde davranmamalı ve bir araya gelmeyecekleri konusunda kesin açıklamalar yapmalıdır. (Hortaçsu, 1991; Landis, 1960; Şahbaz, 1994) [4].
D) SONUÇ
Yukarıda yer alan açıklamalarımızda görüleceği üzere evlilik kurumu eşler açısından hem yürütülürken hem de bitirilirken yüksek sorumluluk içermektedir. Özellikle boşanma davalarında hukuk tarafından da menfaati üstün tutulan çocuklar açısından da ellerinde olmayan bir süreç olması ve yine onlara bağlı olmadan girilen bir süreç olması sebepleriyle boşanma davalarına eşler en azından tek ortak paydaları kalan çocukları için sorunu en kısa sürede en makul maddelerle çözecek şekilde yaklaşmalıdır. Bu durum zaten zorlu bir süreçten geçen çocuklar üzerinde olabilecek olumsuz etkileri en aza indirecektir. Bu noktada da pragmatik düşündüğümüzde pek tabii anlaşmalı boşanma davasına yönelmekte fayda olacaktır. Zira Fransız yazar Andre Maurois’in dediği gibi “Mutlu evlilik kısa gibi gelen uzun bir konuşmaya benzer.” fakat boşanma sürecine giren evlilikler anlaşılan odur ki diyaloğu çoktan kaybetmişlerdir ve bu vakitten sonra yapılması gereken çiftlerin başta çocukları düşünüp en nihayetinde kendilerini de düşünerek sükuta bürünen evliliği olgun tavırlar ile bitirmesidir…
Psk. Alper DEMİR & Av. Hasan ŞAHİN
KAYNAKÇA
1. 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu,
2. https://www.milliyet.com.tr/pembenar/pedagog-sumeyra-yapici/bosandik-tamam-peki-cocuklar-2801670,
3. https://www.e-psikiyatri.com/bosanmis-aileler-ve-cocuklari,
4. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/46601,
5. https://www.cocukludunya.com/uzman-yazilari/bosanma-sonrasinda-cocukta-ortaya-cikan-degisiklikler.html