T.C.
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu
Esas No:2013/1155
Karar No:2014/660
K. Tarihi:14.5.2014
Hukuk Genel Kurulu 2013/1155 E. , 2014/660 K.
MENFİ TESPİT DAVASI
BONO
HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 290
İCRA VE İFLAS KANUNU (İİK) (2004) Madde 72
HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 201
TÜRK TİCARET KANUNU(MÜLGA) (6762) Madde 688
TÜRK TİCARET KANUNU(MÜLGA) (6762) Madde 691
“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 5.Asliye Ticaret Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 25.09.2008 gün ve 2007/651 E., 2008/508 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 13.03.2012 gün ve 2012/1654 E., 2012/4029 K. sayılı ilamı ile;
(…Davacı vekili, müvekkilinin 73 yaşında olup okuma yazma bilmediğini, davalının müvekkiline ait evde kiracı olarak oturduğunu, davalının annesinin 03.09.2007 akşamı 80.00 TL kira bedelini müvekkiline verdiğini, müvekkiline parayı aldığına dair imza attırdığını, davalının giriştiği icra takibinden sonra müvekkilinin kendisine bono imzalatıldığını anladığını, taraflar arasında 42.000 TL bedelli senet imzalanmasını gerektiren bir ilişkinin bulunmadığını hile ile senedin imzalatıldığını ileri sürerek, müvekkilinin borçlu olmadığının tespiti ile %40 tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili davacıya verilen para nedeniyle davaya konu senedin düzenlendiğini, davanın reddi gerektiğini savunarak, %40 tazminatın davacıdan tahsilini istemiştir. Mahkemece yapılan yargılama, tarafların ve dinlenen tanıkların beyanları nazara alındığında davalının 20 yıl önce davacıya verdiğini savunduğu, 40 milyarın 150 hakim maaşına tekabül ettiği, davalının kendi beyanına göre de, bu para ile 3 daire alınılabilecek iken kiracı olarak oturmaya devam edip, paraya ihtiyacı olmayan davacıya vermesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediği gerekçeleri ile davanın kabulüne, icra takibine konu 42.000 TL’lik senet nedeniyle davacının, davalıya borçlu olmadığının tespitine, %40 kötü niyet tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, bono nedeniyle borçlu bulunulmadığının tespiti istemine ilişkindir. HUMK’nun 290 (HMK’nun 201) maddesi uyarınca senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak nitelikte bulunan hukuki işlemler tanıkla ispat olunamaz. Başka bir anlatımla, senede karşı ileri sürülen iddiaların yazılı delille kanıtlanması gerekmektedir. Davalı taraf tanık dinlenmesine muvafakat etmediğine göre, somut olayda tanık dinlenmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Yerel mahkemenin gerekçesinde belirttiği hususlar ise senede karşı ileri sürülen iddiaların tanıkla ispat edilemeyeceği yolundaki genel kuralın istisnaları olarak kabul edilemez. Mahkemece belirtilen bu ilkeler gözetilmeksizin subjektif bir takım değerlendirilmelerle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, menfi tespit istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkili aleyhine kambiyo senedine dayalı icra takibi başlatıldığını, oysa müvekkilinin davalıya borcunun bulunmadığını, müvekkilinin 73 yaşında okuma yazması olmayan, tek başına yaşayan bir insan olduğunu, icra takibinde alacaklı görünen davalı G.. T..’nun ise 19-20 yaşlarında olup, müvekkiline ait ikamet ettiği kendi evinin yanındaki bir diğer evinde 80,00 TL aylık kira ile oturduğunu, bir gün A.. T…’nun 80,00 TL kira parasını getirdiğini söyleyerek karşılığında da yanında getirdiği bir kağıda para aldığına dair makbuz imzalattığını, müvekkilinin bu kişinin yardımı ile bu kağıdı imzaladığını, ancak icra takibi ile müvekkilinin imzaladığı kağıdın 42.000,00 TL’lik borç senedi olduğunu takip yapıldığında öğrendiğini, davalının davacı ile herhangi bir alacak borç ilişkisinin olmadığını, müvekkilinin oturduğu binanın arazisinin son yıllarda değer kazandığını, buradaki arsa hissesine karşılık müteahhitle kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaptığını ve bunu duyan davalının müvekkilinin eline para geçeceğini bildiğinden hile ile bu yola başvurduğunu ileri sürerek, dava konusu senedi davacının hile ile imzaladığının tespiti ile davacının bu senetten dolayı borçlu olmadığının tespitine ve takibin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin l9-20 yaşlarında anne baba yanında oturan kişi olmadığını, 50 yaşında iki çocuk babası olduğunu, müvekkilinin ailesi ile birlikte uzun zamandır davacının kiracısı olduğunu, eşi A.. T..’nun da çalıştığını, ev almak için biriktirdikleri ellerindeki paraları davacı tarafa kaptırdıklarını, müvekkilinin iyi niyetinden istifade eden davacının müvekkilinin tüm birikimini elinden aldığını, bir süre müvekkili borcun ödeneceği konusunda kandıran davacının verdiği 42.000,00 TL’lik senedi de ödemediğini, boşa imzalatılmış belgenin sözkonusu olmadığını, davacı iddialarının yerinde olmadığını, esas mağdurun davalı olduğunu, davacının iddiasını ispat zorunda olduğunu belirterek, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, davalının yirmi yıl önce davacıya verdiğini savunduğu kırk milyarın yüzelli hakim maaşına tekabül ettiği, davalının kendi beyanına göre de, bu para ile üç daire alınılabilecek iken kiracı olarak oturmaya devam edip, paraya ihtiyacı olmayan davacıya vermesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediği, davacının gözünün iyi görmemesi ve askerlikte imza atabilecek ve adını yazabilecek kadar okuma yazmayı zayıf bilmesinden davalının faydalanarak takip konusu senedi imzalattığı vicdani kanaatine dosya kapsamından ve tarafların bizzat duruşmadaki nasiye-i halleri nazara alınarak ulaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının davalıya borçlu olmadığını tespitine ve yüzdekırk oranında kötüniyet tazminatına karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı iddialarının yazılı delille ispatının zorunlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, alacağın dayanağını teşkil eden kambiyo senedinin hukuksal niteliğini irdelemekte yarar vardır.
Bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak, uygun bir asıl borç ilişkisine dayanır.
Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir ‘gayeye’ ulaşmak istemektedir. İşte bu gaye, bir kambiyo senedinde mündemiç hakkın doğumu ve devri açısından hukuki sebebi teşkil eder. Kambiyo senedi düzenlenmesi dolayısıyla ortaya çıkan bu ilişki “kambiyo ilişkisi” olarak anılmaktadır. Kambiyo senedi vermek suretiyle borç altına giren borçlu “kambiyo taahhüdü”nde bulunmuş olur.
Kambiyo ilişkisinin altında esas itibariyle bir asıl/temel borç ilişkisi vardır. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.
Bu genel açıklamadan sonra, hemen belirtmelidir ki, bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedi olup, bonoyu düzenleyen, asıl borçlu durumundadır (6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 691/1).
Bonoda bulunması zorunlu olan şekil şartları 6762 sayılı TTK’nun 688.maddesinde sayılmıştır. Bu unsurların yanı sıra, yerleşik Yargıtay kararlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlar da bulunmaktadır.
Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden ya da malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir. (Reha Poroy, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 11.Bası, s.237 vd.)
Seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik “bedel kaydı”dır. Eş söyleyişle “bedel kaydı” kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehdarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının varlığı ya da yokluğu, senedin bono niteliğini etkilemez. Zira, bono, bağımsız borç ikrarını içeren bir senettir. Bu nedenle bir illete bağlı olması gerekmez ve kural olarak ispat yükü senedin bedelsiz olduğunu iddia eden tarafa aittir. Ancak, bir defa bir mal alışverişine dayandığı “malen” kaydıyla, ya da bir alacak borç ilişkisine dayandığı “nakten” kaydı ile senede yazılmışsa, artık buna uyulmak gerekir. Bu kayıtların aksinin savunulması senedin talili (nedene, illete bağlanması) anlamına gelir ki, böyle bir durumda ispat yükü yer değiştirir. Senedi talil eden, savını kanıtlamak yükümlülüğü altına girer.
Mal kaydı bulunan bonoda borçlu alacaklıdan mal almadığını iddia, alacaklıda borçluya mal vermediğini kabul ederse borçlunun iddiası sabit olmuştur. Lehdarın bedelin para olarak verildiği iddiası ise, ispatı kendisine düşen bir husustur (Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku, 2.bası, Ankara,1997,s 1007 vd)
Bu aşamada, menfi tespit konulu eldeki davada, ispat yükünün özellikleri üzerinde de durulmalıdır.
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 72.maddesi gereğince, borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında, borçlu olmadığını ispat için menfî tespit davası açabilir.
Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur (4721 s.TMK m.6).
İspat yüküne ilişkin bu genel kural menfi tespit davaları için de geçerlidir. Yani, menfi tespit davalarında da, tarafların sıfatları değişik olmakla beraber, ispat yükü bakımından bir değişiklik olmayıp, bu genel kural uygulanır. Bu davalarda da bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran (iddia eden) taraf, o vakıayı ispat etmelidir.
Menfi tespit davasında borçlu ya borçlanma iradesinin bulunmadığını ya da borçlanma iradesi bulunmakla birlikte daha sonra ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürebilir.
Borçlu, borcun varlığını inkar ediyorsa, bu durumlarda ispat yükü davalı durumunda olmasına karşın alacaklıya düşer. Borçlu varlığını kabul ettiği borcun ödeme gibi bir nedenle düştüğünü ileri sürüyorsa, bu durumda doğal olarak ispat yükü kendisine düşecektir.
Görülmektedir ki, menfi tespit davasında kural olarak, hukuki ilişkinin varlığını ispat yükü davalı/alacaklıdadır ve alacaklı hukuki ilişkinin (borcun) varlığını kanıtlamak durumundadır. Borçlu bir hukuki ilişkinin varlığını kabul etmiş, ancak bu hukuki ilişkinin senette görülenden farklı bir ilişki olduğunu ileri sürmüşse bu kez, hukuki ilişkinin kendisinin ileri sürdüğü ilişki olduğunu ispat külfeti davacı borçluya düşmektedir. Zira davacı borçlu senedin bir hukuki ilişkiye dayanmadığını değil, başka bir hukuki ilişkiye dayandığını ileri sürmekte; temelde bir hukuki ilişkinin varlığını kabul etmektedir.
Aynı ilkeler, HGK’nun 17.12.2003 gün ve 2003/19-781 E., 2003/768 K. sayılı ilamında da benimsenmiştir.
Yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Davacı, kambiyo senedinden dolayı borçlu olmadığının tespitini istediğine göre, konunun hem kambiyo hem de ispat hukuku açısından ele alınıp, değerlendirilmesi gerekir.
1086 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (HUMK) 290. maddesi (6100 s. HMK m. 201) gereğince; yazılı bir belgeye (senede) bağlanmış olan her çeşit iddiaya karşı defi olarak ileri sürülen hususların tanıkla ispatlanması mümkün değildir.
Somut olayda, davacı/borçlu, emre yazılı 42.000,00 TL bedelli bonoda yer alan imzasını inkâr etmiş değildir. Senet sebepten mücerret olmakla, davacının ileri sürdüğü iddiaların varlığını yazılı delille ispat yükü altında olduğunun kabulü gereklidir.
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşleler esnasında bir kısım üyelerce, davacı iddiasının “hile” unsuruna dayandığı, bononun kendisine hile ile imzalatıldığını ileri sürmesi nedeniyle bu hile olgusunu tanıkla ispatlamasının mümkün olduğu, ancak dinlenen davacı tanıklarının beyanlarıyla “hile” iddiası kanıtlanmadığından ispat edilemeyen davanın bu değişik gerekçeyle bozulmasının gerektiği ileri sürülmüştür. Bazı üyeler tarafından ise, hayatın olağan akışına uygun düşmeyen davalı savunmalarına itibar edilemeyeceği, somut olayın gelişim evreleri nazara alındığında ispat külfetinin terse döndüğü, davalının davacıya 20 yıl önce borç para verdiğini ispatlamasının gerektiği, oysa ileri sürülen davalı iddialarının tarafların dosyaya yansıyan durumları ile hayatın olağan akışına uygun olmadığı, bu nedenle yerel mahkeme direnme kararının onanmasının gerektiğini belirtilmişler ise de, çoğunluk tarafından bu görüşler yukarıda açıklanan kambiyo hukuku ilkeleri nazara alınarak kabul edilmemiştir.
O halde, davacı tarafından imzalanan bononun bedelsizlik iddiasının yazılı delille ispat edilmesi zorunlu olduğundan, Hukuk Genel Kurulu çoğunluğu tarafından benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.05.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.